asi_melek Usta Senarist
Mesaj Sayısı : 215 Kayıt tarihi : 03/07/10 Nerden : İstanbul
| Konu: Güneşe yazı yazılmaz, Yazılan yazı bozulmaz Paz Tem. 18, 2010 8:58 am | |
|
Zamanın birinde kuvvetli mi kuvvetli, kudretli mi kudretli bir padişah yaşarmış. Padişah bir gün ülkesinde neler olduğunu görmek için tebdili kıyafet yapıp saraydan tek başına ayrılmış. Köy köy gezmiş, halkı incelemiş, ne olup bittiğini anlamaya çalışmış. Geri dönme vakti geldiğinde bir deniz kenarından geçerken yaşlı bir bilge görmüş. Bilge yerden iki taş alıyor, onları uzun bir iple birbirine bağlıyor, sonra da taşları denize fırlatıyormuş. Bir süre izlemiş onu ama bir değişiklik olmamış, adam hep aynı şeyi yapıyor arada bir mırıldanıyormuş. Padişah dayanamamış soluğu bilgenin yanında almış.
- Ey bilge kişi bir süredir seni izlerim ama ne yaptığını anlamadım, söyle bana bunlarla niye uğraşırsın? Diye sormuş.
Bilge ona yan bir bakış atıp gülümsemiş. Kendinden son derece emin konuşmaya başlamış.
- Ben bu sene evlenecek olanları birleştiriyorum padişahım demiş. Az önce denize attığım taşla da kızını uşağınla evlendirdim, diye de eklemiş.
Padişah şaşkın ve kızgın bir bakış atıp, ama onun kim olduğunu anlamasıyla da biraz ürküp sesini çıkarmadan saraya doğru yol almaya başlamış. Bir yandan da söylenmeye devam ediyormuş.
- Nerede benim güzelliği dillere destan kızım, nerede zenci uşağım. Olacak iş değil. Tamam, Ahmet’i severim. Dürüst, çalışkan, zeki, ne yapacağını bilen, güvenilir ve dindar bir gençtir ama olmaz yine de olamaz. Kızımın onunla evlenmesine kesinlikle izin veremem. Hem uşak hem zenci, yakışıklı olsa bile olmaz. Ben en iyisi ona bu memleketten çok uzaklara gideceği bir iş vereyim, o gelinceye kadar kızımı bir asilzade ile evlendirir, böylece bu kötü olaydan kurtulmuş olurum, diye düşünüp bulduğu çareyi beğenerek hızla saraya doğru sürmüş atını.
Saraya gidince ilk iş bir mektup yazıp Ahmet’i yanına çağırmış.
- Ahmet al bu mektubu güneşe götür, çok önemli vermeden sakın gelme demiş.
Ahmet şaşkın, çaresiz almış eline mektubu çıkmış saraydan. Gitmiş, gitmiş, gitmiş ama bir türlü güneşe yaklaşamamış. Mektubu vermeden geri dönemeyeceği için güneşi aramaya devam etmiş. Aradan aylar geçmiş ama Ahmet değil güneşe yaklaşmak kıyısına bile ulaşamamış. Artık umudunun kaybolmaya başladığı bir anda bir tepenin üzerinden denize bakmaya başlamış. Bir de ne görsün batmak üzere olan güneş denizin üzerinde alçalmaya başlamasın mı? Padişahın bunu kastettiğini düşünüp üzerindekileri çıkararak güneşe doğru yüzmeye başlamış. Yüzmüş, yüzmüş, yüzmüş bir akmış derinde bir parlaklık. Hemen dalmış oradan kocaman bir sandık çıkarmış. Padişahın verdiği mektubu oraya bırakıp, sandığı zor bela kıyıya taşımış. Kapağını açtığı anda bir de ne görsün sandığın içi ağzına kadar mücevherle doluymuş. Bir de mektup varmış. Mektubun padişahına yazılmış olabileceğini düşünerek açmamış ama mücevherlere bakınca da onları padişaha vermekten vazgeçmiş. O sırada denizden çıktıktan sonra vücudunun suyla direkt temas eden yerlerinin bembeyaz olduğunu görünce küçük dilini yutacak kadar korkmuş ama bir yandan da onu böyle kimsenin tanıyamayacağını düşünüp sevinmiş. Sandığı alıp ülkesine geri dönmüş. Bir asilzade gibi saraya girmiş. Zaten padişahı çok iyi tanıdığı için onu etkilemesi uzun sürmemiş. Padişah huyunu suyunu çok beğendiği, yakışıklı ve zengin gençle kızını evlendirmiş. Gel zaman git zaman bir gün Ahmet padişahın önünde eğildiğinde kalçası görünmüş. O kısım tam ıslanmadığı için beyazlamamış. Padişah bunu görünce Ahmet’e sormuş. O da aslında kendisinin uşak Ahmet olduğunu söylemiş ve başından geçenleri anlatıp sandıktan çıkan mektubu padişaha uzatmış. Padişah hayretle mektubu açıp okuyunca yaptığı hatayı anlamış. Mektupta iki satır yazı varmış:
Güneşe yazı yazılmaz, Yazılan yazı bozulmaz. ( alıntı) | |
|