asi_melek Usta Senarist
Mesaj Sayısı : 215 Kayıt tarihi : 03/07/10 Nerden : İstanbul
| Konu: Midnight Sun - Geceyarısı Güneşi /8.Bölüm (Hayalet) Çarş. Tem. 07, 2010 7:36 pm | |
| 8.Bölüm (Hayalet)
Jasper’ın ziyaretçilerini, Forks’ta oldukları iki güneşli gün boyunca pek görmedim. Eve sadece Esme endişelenmesin diye uğradım. Bunun dışında, varlığım bir vampirden çok bir hayalet gibi gözüküyordu. Aşkımın ve saplantımın öznesini takip edebileceğim, güneş ışığında yanında yürüyebilen şanslı insanların zihninde onu görebileceğim ve duyabileceğim yerde, gölgelerin içinde, görünmez halde dolanıyordum. Bazen yanlışıkla elleri onun elinin arkasına değiyordu. Böyle bir temasa hiç tepki vermiyordu; elleri onunki kadar sıcaktı. Okula zorunlu olarak gitmemek hiçbir zaman böyle bir çile olmamıştı; ama güneş onu mutlu etmiş görünüyordu, o yüzden çok fazla gücenemedim. Onu memnun eden her şey benim için iyiydi. Pazartesi sabahı, kendime güvenimi yok edip ondan uzakta geçirdiğim zamanı işkenceye çevirebilecek bir konuşma dinledim; ama bittiğinde beni çok sevindirdi. Mike Newton’a biraz saygı duymalıydım; tamamen vazgeçip yaralarını sarmak için uzaklaşmamıştı. Düşündüğümden daha çok cesarete sahipti. Tekrar deneyecekti. Bella okula oldukça erken gitti ve belli ki parladıkça güneşin tadını çıkarmaya kararlı halde, zilin çalmasını beklerken nadiren kullanılan piknik banklarından birine oturdu. Güneş saçına beklenmedik şekillerde etki yapmış, tahmin etmediğim, kırmızı bir ışıltı vermişti. Mike onu orada tekrar karalama yaparken buldu ve şansı üzerine heyecanlandı. Parlak güneş ışığı nedeniyle ormanın gölgelerine bağlı ve güçsüz halde sadece izleyebilmek acı vericiydi. Bella, onu mutlu olmasına bende de tam tersi etki yapmasına yetecek bir hevesle selamladı. Bak, benden hoşlanıyor. Eğer hoşlanmasaydı böyle gülümsemezdi. Bahse girerim ki benimle dansa gitmek istiyordu. Acaba Seattle’da bu kadar önemli ne var… Saçındaki değişikliği gördü. “Daha önce hiç fark etmemiştim – saçının içinde kırmızı tonları var.” Bir tutamı parmaklarının arasına aldığında yanlışlıkla elimi koymuş olduğum genç bir ladini söktüm. “Sadece güneşte.” dedi ve beni çok fazla tatmin ederek tutamı kulağının arkasına attığında ondan hafifçe çekindi. Mike’ın cesaretini toplaması bir süre aldı, zamanı önemsiz bir konuşmayla geçirdi. Bella ona hepimizin çarşamba gününe teslim etmemiz gereken kompozisyonu hatırlattı. Yüzündeki hafif kendini beğenmiş ifadeden anlaşılıyordu ki onunki çoktan bitmişti. Mike tamamen unutmuştu ve bu boş zamanını kısıtlıyordu. Kahretsin – aptal kompozisyon. Sonunda konuya geldi – dişlerim birbirine o kadar sert kenetlenmişti ki, graniti un ufak edebilirlerdi – ve o zaman bile, soruyu doğru soramadı. “Benimle dışarı çıkmayı isteyip istemediğini soracaktım.” “Ya,” Kısa bir sessizlik oldu. Ya? Bu da ne demek? Evet mi diyecek? Bekle – sanırım gerçekten sormadım. Zorlukla yutkundu. “Diyordum ki, yemeğe falan gidebiliriz… ve ben ödev üzerinde sonra çalışabilirim.” Aptal – bu da bir soru değildi. “Mike…” Kıskançlığımın acısı ve öfkesi aynı geçen hafta olduğu kadar güçlüydü. Kendimi orada tutmaya çalışırken başka bir ağacı daha devirdim. İnsan gözlerinin göremeyeceği hızla kampüse koşup onu kaçırmayı – şu anda öldürüp bundan keyif alabileceğim o oğlandan çalmayı çok istedim. Ona ever der miydi? “Bunun iyi bir fikir olduğunu sanmıyorum.” Tekrar nefes aldım. Katılaşmış vücudum rahatladı. Seattle sadece bir bahaneydi demek ki. Hiç sormamalıydım. Ne düşünüyordum? Bahse girerim o ucubedir, Cullen… “Niye?” diye sordu asık bir suratla. “Bence…” Tereddüt etti. “Ve eğer şu anda söylediğimi tekrar edersen seni memnuniyetle döverek öldürürüm–” Dudaklarından dökülen ölüm tehdidinin kulağa geliş şeklinde sesli güldüm. Bri karga feryat etti, ürktü ve benden kaçtı. “Ama bence bu Jessica’nın duygularını incitir.” “Jessica?” Ne? Ama… Ah. Tamam. Sanırım… Yani… Hah. Düşünceleri artık tutarlı değildi. “Gerçekten Mike, kör müsün?” Duygularını paylaşıyordum. Herkesten kendisi kadar zeki olmalarını beklememeliydi; ama bu gerçek çok açıktı. Mike, Bella’ya çıkma teklif etmek için kendini o kadar zorladıktan sonra, Jessica için böyle zor olmadığını mı düşünmüştü? Onu diğerlerine kör eden mutlaka bencilliği olmalıydı. Bella o kadar özveriliydi ki, her şeyi görüyordu. Jessica. Hah. Vay. Hah. “Ya,” diyebildi. Mike ondan sonra güvenilmez bir görüş noktası haline geldi. Jessica’yı kafasında tekrar tekrar döndürdükten sonra, onun tarafından çekici bulunmaktan hoşlandığını anladı. İkinci sıradaydı, Bella’nın böyle hissetmesi kadar iyi değildi. Tatlı ama, sanırım. Güzel vücut. Eldeki bir kuş… Sonra Bella’yla olanlar kadar iğrenç fantezilerine dalmıştı; ama şimdi öfkelendirmek yerine sadece sinir bozuyorlardı. İki kızı da ne kadar az hak ediyordu; gözünde neredeyse değiş tokuş edilebilirlerdi. Bunun üzerine zihninden uzak durdum. Bella gittiğinde devasa bir ağacın serin gövdesine kıvrıldım ve zihinden zihne geçerek onu her zaman görüşümde tuttum. Angela Weber gözleri uygun olduğunda her zaman memnundum. Keşke Weber kızına tamamen iyi biri olduğu için teşekkür etmenin bir yolu olsaydı. Bella’nın ona layık bir arkadaşının olması daha iyi hissetmemi sağlıyordu. Yüzünü görebildiğim her açıdan izledim ve tekrar üzgün olduğunu gördüm. Bu beni şaşırttı – güneşin onun gülümsemeye devam etmesi için yeterli olacağını düşünmüştüm. Öğle yemeğinde, sık sık boş Cullen masasına baktığını gördüm ve heyecanlandım. Bana umut verdi. Belki o da beni özlemişti. Diğer kızlarla çıkmak için planları vardı – otomatik olarak ben de kendi gözetim planlarımı yaptım – ama Mike, Jessica’yı Bella için planladığı randevuya davet edince bu tasarılar ertelendi. O yüzden direkt olarak evine gittim ve yolda, kimsenin çok yaklaşmadığından emin olmak için, orman içinde ufak bir tarama yaptım. Jasper’ın eski kardeşini kasabadan kaçınması için uyardığını biliyordum – deliliğimi hem açıklama hem de uyarı olarak anlattığını – ama risk almayacaktım. Peter ve Charlotte’un ailemle düşmanlık yaratma niyetleri yoktu; fakat bunlar değişebilir şeylerdi… Pekala, abartıyordum, bunu biliyordum. Benim izlediğimi biliyormuş gibi, onu göremediğimde çektiğim işkenceye acımış gibi, Bella içeride uzun bir saat kaldıktan sonra arka bahçeye çıktı. Elinde bir kitap, kolunun altında bir örtü vardı. Sessizce açıklığa yüksekten bakan en yakın ağacın yüksek dallarına tırmandım. Örtüyü ıslak çimlerin üzerine yaydı, karnının üzerine yatıp, bir yeri bulmaya çalışıyor gibi yıpranmış kitabın sayfalarını çevirmeye başladı. Omzunun üzerinden okudum. Ah – daha fazla klasik. Bir Austen hayranıydı. Ayak bileklerini birbiri üzerine atarak, hızlıca okudu. Vücudu aniden dikelip eli sayfada donduğunda, güneş ışığının ve rüzgarın saçında oynayışını izliyordum. Gördüğüm tek şey, sertçe kalın bir sayfa kesitini alıp çevirdiğinde üçüncü bölümde olduğuydu. Bir başlık sayfasının görüntüsünü yakaladım, Mansfield Park. Yeni bir hikayeye başlıyordu – kitap derleme bir eserdi. Niye bu kadar ani hikaye değiştirdiğini merak ettim. Kısa bir süre sonra sinirle kitabı kapattı. Yüzünde sert bir ifadeyle, kitabı itti ve döndü. Kendini sakinleştirmeye çalışıyormuşçasına derin bir nefes aldı, kollarını kıvırdı ve gözlerini kapattı. Romanı hatırlıyordum; ama onu sinirlendirebilecek bir şey düşünemiyordu. Başka bir gizem. İç çektim. Hareketsizce yattı, sadece bir kere saçını yüzünden çekmek için hareket etti. Başının üzerinde havalandı, kestane reng bir nehir ve sonra tekrar hareketsizleşti. Nefes alıp verişi yavaşladı. Birkaç uzun dakika sonra dudakları titremeye başladı. Uykusunda mırıldanıyordu. Karşı çıkılması imkansız. Mümkün olduğunda uzağı dinledim, yakınlardaki evlerin içindeki sesleri yakaladım. İki kaşık un… bir bardak süt… Hadi ama! Şunu potaya geçir! Ah, hadi ama! Kırmızı ya da mavi… ya da belki daha sıradan bir şey giymeliyim… Yakınlarda kimse yoktu. Yere zıpladım ve sessizce parmak uçlarımın üzerine indim. Bu çok yanlış, çok riskliydi. Eskiden ne kadar da küçümser tavırlarla Emmett’i düşüncesiz yolları, Jasper’ı da disiplinsizliği nedeniyle yargılardım – ve şimdi bilinçi olarak bütün kuralları, vahşi bir coşkuyla yok sayıyordum. Bir zamanlar sorumlu olan bendim. İç çektim; ama aldırışsızca güneş ışığının içine ilerledim. Kendime güneşin parlaklığında bakmaktan kaçınıyodum. Gölgede tenimin kaya gibi ve buz soğukluğunda olması yeterince kötüydü; Bella ile kendime güneş ışığında yan yana bakmak istemiyordum. Aramızdaki farklılık zaten başa çıkılamazdı, kafamda bu görüntü de olmadan yeterince acı vericiydi. Ama yaklaştığımda tenine yansayan gökkuşağı ışıltılarını görmezden gelemezdim. Bu görüntü üzerine çenem kenetlendi. Daha fazla ucube olabilir miydim? Eğer şimdi gözerini açarsa düşeceği dehşeti hayal ettim… Geri çekilmeye başladım; ama tekrar mırıldanıp beni orada tuttu. “Mmm… Mmm.” Anlaşılır bir şey değil. Pekala, biraz bekleyecektim. Kolumu uzatıp çok yaklaştığımda her ihtimale karşı nefesimi tutarak dikkatle kitabını çaldım. Birkaç yarda uzaktayken tekrar nefes almaya başladım ve güneş ışığı ile açık havanın kokusunu etkileyişini tattım. Isı kokuyu tatlandırmış gibi görünüyordu. Boğazım arzuyla alevler içinde kaldı, ateş yine taze ve şiddetliydi, çünkü ondan uzun süre uzak kalmıştım. Bir süre onu kontrol ettim ve sonra – kendimi burnumdan nefes almaya zorlayarak – kitabını açtım. İlk kitapla başlamıştı… Hızla, Austen’ın aşırı derecede kibar yazımında sinirlendirme potansiyeline sahip bir şey arayarak Aşk ve Yaşam’ın üçüncü bölümünde sayfaları çevirdim. Gözlerim istemsizce adımda durakladığında – Edward Ferrars karakterinin ilk tanıtıldığı yer – Bella tekrar konuştu. “Mmm. Edward.” İç çekti. Bu sefer uyandığından korkmadım. Sesi sadece alçak, özlem dolu bir mırıltıydı, eğer beni şimdi görmüş olsaydı çıkacak korku çığlığı değil. Mutluluk, kendime olan nefretimle savaştı. En azından hala beni düşlüyordu. “Edmund. Ahh. Çok… yakın…” Edmund? Ha! Rüyasında beni görmüyordu, diye anladım içim kararak. Kendime olan nefretim kuvvet kazandı. Hayali karakterleri düşlüyordu. Çok kendini beğenmiş biriydim. Kitabını yerine koydum ve tekrar gölgelerin örtüsü altına girdim – ait olduğum yere. Güneş yavaş yavaş batmaya başlarken ve gölgeler ona doğru sürünürken yine çaresiz hissederek onu izledim. Onları geri itmek istedim; ama karanlık kaçınılmazdı; gölgeler onu aldı. Işık gittiğinde yeni çok soluk görünüyordu – hayalet gibi. Saçı tekrar koyu, yüzüne karşı neredeyse siyahtı. İzlemek ürkütücüydü – Alice’in görüşlerinin gerçekleştiğine tanık olmak gibiydi. Bella’nın düzenli, güçlü kalp atışları tek güvenceydi, bir kabustaymış gibi hissetmememi sağlayan tek sesti. Babası eve geldiğinde rahatladım. Eve doğru gelirken ondan çok az duyabildim. Anlaşılmaz bir rahatsızlık… geçmişte, işteki gününden bir şey. Açlıkla karışık beklenti – akşam yemeği için sabırsızlandığını tahmin ettim; ama düşünceleri o kadar sessiz ve gizliydi ki, doğru olduğundan emin olamadım; sadece özünü algılayabiliyordum. Annesinin zihnin nasıl olduğunu merak ettim – hangi genetik birleşmenin onu böyle eşsiz halde getirdiğini. Bella sıçrayarak uyandı, babasının arabasının tekerlekleri tuğla yola girdiğinde oturarak. Etrafına bakındı, beklenmedik karanlıktan kafası karışmış gibi görünüyordu. Kısa bir an, gözleri saklandığım gölgelere dokundu; ama çabucak uzağa baktı. “Charlie?” diye sordu alçak bir sesle, hala küçük bahçeyi çevreleyen ağaçlara bakarak. Babasının araba kapısı kapandı ve o sese doğru baktı. Çabucak ayağa kalktı ve ağaçlara bir bakış daha atarak eşyalarını toparladı. Küçük mutfağın yanındaki arka cama yakın bir ağaca geçtim ve akşamlarını dinledim. Charlie’nin örtülü düşüncelerini sözleriyle karşılaştırmak ilginçti. Kızına olan sevgisi ve ilgisi çok kuvvetliydi; ama sözleri her zaman kısa ve sıradandı. Çoğunlukla samimi bir sessizlik içinde oturdular. Ertesi akşam Port Angeles’taki planlarını tartıştığını duydum ve dinlerken kendi tasarılarımı oluşturdum Jasper Peter ve Charlotte’u Port Angeles’tan uzak kalmaları için uyarmamıştı. Yakın zamanda beslendiklerini ve evimizin yakınında avlanmaya niyetleir olmadığını bilsem de, onu izleyecektim, ne olur ne olmaz. Sonuçta, dışarıda her zaman benim türüm vardı, ayrıca şimdiden önce hiç düşünmediğim bütün o insan tehlikeleri mevcuttu. Babasını yemeği kendi başına hazırlamak zorunda bırakacağı için endişelerini dile getirdiğini duydum ve teorimin kanıtı üzerine gülümsedim – evet, bakıcı oydu. Sonra ayrıldım, uyuduğunda geri döneceğimi bilerek. Mahremiyetine bir röntgencinin yapacağı gibi izinsizce girmeyecektim. Onun korunması için buradaydım, Mike Newton’ın eğer ağaç tepelerine benim gibi tırmanma becerisi olsaydı hiç şüphesiz yapacağı gibi onu kötü niyetle izlemeyecektim. Ona böyle kaba davranmayacaktım. Döndüğümde ev boştu, ki bu benim için iyiydi. Akıl sağlığımı sorgulayan küçümser ya da karışık düşünceleri özlememiştim. Emmett merdiven direğine bir not sıkıştırmıştı. Rainier alanında futbol – hadi gel! Lütfen? Bir kalem buldum ve ricasının altında üzgünüm kelimesini karaladım. Takımlar her halükarda ben olmadan eşitti. En kısa avlanma gezilerinden birine gittim, kendimi avcılar kadar güzel tada sahip olmayan daha küçük yaratıklarla besledim ve tekrar Forks’a koşmadan önce kıyafetlerimi değiştirdim. Bella bu gece de iyi uyuyamadı. Örtülerinin içinde döndü, yüzü bazen endişeli, bazen üzgündü. Hangi kabusun onu rahat bırakmadığını merak ettim… ve sonra muhtemelen gerçekten öğrenmek istemediğimi fark ettim. Konuştuğunda, çoğunlukla mutsuz bir sesle Forks ile ilgili aşağılayıcı şeyler mırılandı. Sadece bir kere, “Geri gel.” kelimelerini söyleyerek iç çektiğinde ve eli açıldığında – sözsüz bir rica – beni düşlüyor olabileceğini umma şansım oldu. Okulun sonraki günü, güneşin beni hapsettiği son gün, bir önceki gün gibiydi. Bella dünkünden de hüzünlü görünüyordu ve planlarından vazgeçip geçmeyeceğini merak ettim – o ruh halinde görünmüyordu. Ama söz konusu Bella olunca, muhtemelen arkadaşlarının eğlencesini kendisininkinin önüne koyardı. Bugün koyu mavi bir bluz giymişti ve renk, tenini kusursuz bir güzellikte gösteriyor, taze krema gibi görünmesini sağlıyordu. Okul bitti ve Jessica kızları almayı kabul etti – Angela da geliyordu ve bu duruma minnettardım. Arabamı almak için eve gittim. Peter ve Charlotte’u orada bulduğumda kızlara öncen başlamaları için bir saat verebileceğime karar verdim. Onları hız sınırında asla takip edemezdim – korkunç bir düşünce. Mutfaktan girdim, Emmett ile Esme’nin selamlarına başımı eğip karşılık vererek ön odadaki herkesi geçtim ve direkt olarak piyanoya gittim. Ugh, geri geldi. Rosalie, tabii ki. Ah, Edward. Onun böyle acı çekişini görmekten nefret ediyorum. Esme’nin mutluluğu endişe tarafından bozulmuştu. Endişelenmeliydi. Benim için ön gördüğü bu aşk hikayesi her an daha çok bir trajediye doğru sürükleniyordu. Bu gece Port Angeles’ta iyi eğlenceler, diye düşündü Alice neşeyle. Bella’yla konuşma iznim olduğunda bana haber ver. Acınacak durumdasın. Dün geceki oyunu birinin uyuyuşunu seyretmek için kaçırdığına inanamıyorum, diye homurdandı Emmett. Jasper bana hiç dikkat etmedi, çaldığım şarkı niyetlendiğimden daha şiddetli çıktığında bile. Tanıdık bir konuya sahip – sabırsızlık – eski bir şarkıydı. Şimdi beni merakla süzen arkadaşlarına veda ediyordu. Ne kadar garip bir yaratık, diye düşündü Alice boyutlarında, beyazımsı sarışın saçlı Charlotte. Halbuki son karşılaştığımızda çok normal ve hoştu. Peter’ın düşünceleri, genelde olduğu gibi, yaklaşık olarak onunkilerle aynıydı. Sorun mutlaka hayvanlar olmalı. İnsan kanı eksikliği onları sonunda delirtiyor, diye düşünüyordu. Saçı nerdeyse Charlotte’unki açık renkte ve neredeyse onunki kadar uzundu. Birbirlerine çok benziyorlardı – boyut dışında, Peter neredeyse Jasper kadar uzundu – hem görünüş hem de düşünce açısından. İyi eşleşmiş bir çift, diye düşünürdüm her zaman. Esme dışında herkes bir süre sonra benim hakkımda düşünmeyi bıraktı ve dikkat çekmemek için daha hafif tonlarda çaldım. Onlara uzun bir süre dikkatimi etmedim, sadece müziğin dikkatimi huzursuzluğumdan dağıtmasına izin verdim. Kızın görüşümden ve zihnimden uzak olması zordu. Onlara dikkatimi sadece vedalar bir finale geldiğinde verdim. “Eğer Maria’yı tekrar görürseniz,” diyordu Jasper biraz tereddütle “iyi dileklerimi iletin.” Maria hem Jasper’ı hem de Peter’ı yaratan vampirdi – Jasper’ı 19. yüzyılın ikinci yarısında, Peter’ı daha sonra, 1940’larda. Calgary’deyken bir kere Jasper’a bakmaya gelmişti. Olaylı bir ziyaret olmuştu – anında taşınmak zorunda kalmıştık. Jasper ondan nazikçe gelecekte mesafeyi korumasını rica etmişti. “Bunun yakın zamanda olacağını sanmıyorum.” dedi Peter gülerek – Maria inkar edilemez şekilde tehlikeliydi ve Peter ile aralarında pek sevgi yoktu. Peter, sonuçta, Jasper’ın ayrılmasını sağlamıştı.Jasper her zaman Maria’nın gözdesi olmuştu; onu öldürmeyi planladığında az düşünmüştü. “Ama eğer karşılaşırsak, kesinlikle iletirim.” Ayrılmaya hazırlanarak el sıkışıyorlardı. Çaldığım şarkıyı tatmin edici olmayan bir sonla bitirdim ve aceleyle ayağa kalktım. “Charlotte, Peter,” dedim başımı eğerek. “Seni tekrar görmek güzeldi Edward.” dedi Charlotte şüpheyle. Peter ise karşılık olarak sadece başını eğdi. Deli, dedi Emmett arkamdan. Geri zekalı, diye düşündü Rosalie aynı anda. Zavallı çocuk. Esme. Ve Alice azarlayıcı bir tonla. Direkt olarak doğuya, Seattle’a gidiyorlar. Port Angeles’a yaklaşmayacaklar. Duymamışım gibi davrandım. Bahanelerim zaten yeterince hafifti. Arabama girdiğimde, daha rahat hissettim; Rosalie’nin benim için – geçen sene, daha iyi bir ruh halindeyken – güçlendirdiği motorun sağlam mırlaması yatıştırıcıydı. Hareket halinde olmak bir ferahlıktı, tekerleklerimin altında kayan her mille Bella’ya yaklaştığımı bilmek… | |
|